bugün

entry'ler (225)

elizabeth hawkenson

kaş yaparken göz çıkarmış öğrenci hanım kızımız. gerçi bi dakka, ne çıkmış, kim çıkarm... ne diyelim, yeni kariyerinde başarılar dileyelim. yalnız işin arka planında paraya duyulan acil ihtiyaç varsa, haberin mizahı yanı kara mizaha da kayabilir.

miyop olmak

etek tıraşı sırasında gergin anlara yol açandır.

warrel dane

born'da vokalde ilahlaşan, müthiş sesli sarışın abimiz. gigan tour'daki performansı izlenmeli, dinlenmeli, nakaratlarda eşlik edilmelidir.

aida yespica

sanırım mükemmel olan kadın. huyunu suyunu bilemeyiz tabi, ancak, yani... dışarıdan bakıldığında mükemmel, evet. toparladım.

alperenlerin idil biret konserini basması

"kutsal" bir mekanda alkol tüketilecek olması argümanına dayalı bir tepki olarak yapılmış, sonra nedense uygur türklerine yapılan zulüm vurgulanarak konserin sırası değil izlenimi verilmiş barbar eylem. yahu arkadaş, bunu yaptın da başın göğe mi erdi? o yöredeki çinli linççi puştlar, "haa bunlar idil biret konserini bastı, hmm, bu etnik gerilime derhal son verelim" mı diyecekler? yemiyor mu çin elçilikleri önünde eylem yapmak? bu olanları engellemek için yapabildiğin tek şey bu mu? milli bir bilinç mi yaratmak mı isteniyor bilmiyorum, ama tek yarattıkları öfke ve nefret bu elemanların. hayır sanki urumçi'deki olaylar yüzünden yiyip içip sıçmıyor bunlar, paso yastalar, gülmüyorlar, sigara içmiyorlar. ne yapıyorlardır, sürekli namaz kılıyorlardır, allahım çin'in belasını ver diye dua ediyorlardır. biraz da tesbih çektin mi, tamam. aha, vakit'te haber çıkmış, topkapı'da konser, bir de caz konseri! caz ne lan*? şarap servisi mi? eh, afiş yakmak, sokakta namaz kılmak, vandallık yapmak farz oldu artık! kim, nasıl yontacak bunları bilmiyorum da, ne kolay olacak, ne de güvenli.

troll

eskiden zevkle okuduğum ekşisözlüğü de boka çevirmiş dallamalar topluluğunun bireyleri. kendilerini ifade ettiklerinin aslında tam zıttı olma ihtimaline sevinmek mi, yoksa bulundukları ortamın kalitesini, zevkini düşürdükleri için nefret mi etmek lazım emin değilim. sktirip gitseler daha iyi, çıkıp dışarıda, sokakta yapsınlar sosyolojik deneylerini.

richard dawkins

sitesine erişimin engellenmesinin bünyemde yarattığı aşırı öfke, kendimi ergen gibi hissetmeme yol açmıştır. kıbrıs'ta girebildiğimden ötürü ** bir sorun yoktu, ta ki türkiye'den girmeyi deneyip o kırmızı fontu görene kadar. hangi mahkeme, hangi numaralı karar, hangi hede hangi hödö hiç bir bilgi yok tabi. adamın biri -ismi yazmayayım yoksa önünde tehlikeli sıfatlar belirecek-, ki bu birinin 2008 yılında 3 yıl hapis cezası aldığı biliniyor, bir yerinin keyfine göre site kapattırıyor, neredeyse kitap yasaklattırıyor (bkz: the god delusion), koca ülke bu kaynaklardan mahrum kalıyor. tabi, ülke bu kaynaklardan mahrum kaldığından haberdar mı, ya da umrunda mı orası tamamen ayrı. ancak bırakın ülkeyi, 3-5 kişi bile bundan olumsuz etkileniyorsa bu bir skandaldır. kim ki bu adam, nüfuzu nedir de bu denli bir yetki, güç barındırıyor elinde? soru işareti koyduğuma bakmayın, cevapları biliyorum, aklımca söz sanatı, vurgu falan yapıyorum. ben de bir sitedeki herifin tipini beğenmesem, kapatın lan bu siteyi desem olacak mı? kişilik haklarına sanal ortamda güya yapılan saldırılar*, koca siteyi tüm bir ülkenin erişimine kapatmayla mı cezalandırılıyor? ceza da değil ki bu, siteye türkiye'dekiler giremiyormuş, kimin s.kinde? tazminat talep et, başka şeyler yap, adamın şahsına falan dava aç. ama tabi, o pis zihniyet var ya, işte onu meşrulaştırmak için belli makamları kolayca ayartıp sorunu kökünden halletmek varken kim uğraşacak? yav suçluluğu kanıtlanmış adamlar ülkenin gündelik yaşamına, bilgi alma hakkına kastediyorlar! o yaratılış atlasları... "yaratılış atlası" adlı edebi eserleri basarken yok edilen ağaçlar tarafından kovalanasıcalar, spor manyağı yapılasıcalar!

habervaktim

bir uzay yürüyüşü sırasında "alet" çantasını düşüren kadın astronot Heidemarie Piper'ın olaya çok üzülüp intihar ettiği esprisiyle ve çantada neler olduğu hakkında yaptıkları çıkarımlarla yarıp geçiren (!), mizah anlayışlarının hastası olduğum (!) site. uzaya kadın astronot gönderilirse olacağı buymuş, buyurmuşlar bu "mizah" köşesinin yaratıcıları. yaratıcı demeyelim şimdi, celallenirler, ne diyelim, mizahçı diyelim. yok, o da olmadı. "bir kaç çalışan"da karar kılalım en iyisi.

bir kesim, bir güruh belirli bir inanışa, görüşe sahip olabilir de, bu kadar açık, bu kadar rezil, bu kadar "komik" bir şekilde icra edemez arkadaş! aynı sitede yazan muhammed özkılınç'ın kadının çalışmasının zararlarından bahsettiği yazısında "...";beden benimdir istediğim gibi kullanırım" pankartı açan bazı zavallı kadın müsveddelerine...", "...kadında kendine yeterlilik duygusunu geliştirerek eşine saygıyı yok etmesi..." benzeri talihsiz fikir ve tabirlerin ardından "Ayrıca kadın kendi ekonomik bağımsızlığını kazanmışsa eşine karşı sen sensin ben benim havasındadır." sözünü sarfederek okuyucuya kombo çekmesi, bu sitenin, ne sitesi, bu güruhun artık saklamaya fazla çalışmadığı kadın nefretini gözler önüne sermektedir. bu nefretin kaynağı islam mıdır, dinden bağımsız olarak toplum mudur, yaygın erkek içgüdüleri midir bilemem, ancak bunların bu mizah yakın zamanda kara mizaha dönüşmez umarım, umalım.

çantada ne mi varmış? eh, onu da siz kendi mizah anlayışınızla yorumlayın, tahmin edin, ya da linkten bakıverin. ya da bakmayın, beyin hücrelerinizi öldürmeyin, nefretle dolmayın...

http://www.habervaktim.co...t_intihar_etti_mizah.html

planet terror

türün * hastası olduğumdan ötürü zevkle izlediğim film. konuyu hala yerine oturtmuş değilim yalnız; zaten senaryo üzerine kasmaktan çok çekim tekniklerine ve efektlere, kısacası görsel hedelere ağırlık vermişler gibi. şahsen şuna buna gönderme yapılıyormuş, şunu eleştirmiş yönetmen(ler) diye izlemedim filmi. gore ve aksiyonlu sahnelerden, zaafım olan zombi temasından ve çılgın atan absürtlükten zevk aldım. bir de Marley Shelton var tabi ya neyse... kısacası eğlencelik, ama kaliteli bir yapım. artı, yalandan fragman gibi bir kavramı bana tanıştıran filmdir ki, ben o fragmanların çekilmekte olan filmlerin habercisi olduğunu sanmaktaydım*.

animal farm

ısmarlama yazılmadığı çok bariz olan, doğrudan komunizm karşıtlığını yansıttığı iddiasının saçmalık sınırlarını zorladığı müthiş yapıt. önsözden* öğrendiğimiz kısa yaşam öyküsünden anlaşıldığı kadarıyla orwell, mensubu olduğu ingiliz imparatorluğunun yönetim biçimini, anlayışını yanlış bulup sosyalizme yakınlık duymuş, ispanya iç savaşında faşistlere karşı gönüllü olmuştur. ancak, sol cephede sovyetlerin yarattığı ayrılık, gerginlik, çatışma boyutuna varınca, yazar da sovyet, daha doğrusu stalin yönetimine antipati duymaya başlamış, bu yönetimin eksiklerini daha fazla farkeder hale gelmiştir. yani onaylamadığı şey görüş farklılıklarının sonuçlarıdır, kitabındaki karakterlerden de anlaşılabileceği üzere görüşün çıkış noktası değil. sosyalizm düşüncesiyle değil, onun yorumlarındaki aksaklıklarla sorunları vardır. bu yüzden, bence, kitabın anti-komunizm propagandası amacıyla yazdırıldığı iddiası, muhtemelen soğuk savaş döneminde sovyetlerin ortaya atmış olabileceği bir iddiadır, suçlamadır. tabi bir de bu kitabın abd ve ingiltere'nin ** komunizme karşı nesiller yetiştirmek adına kitaba olan ilgiyi sürekli yüksek tutması da bu iddia için bir kaynak oluşturmuş olabilir.

ayrıntıları henüz okumamış olanlara saygıdan dolayı vermeden kitabın içeriğine değinirsek, her toplumsal kesime karşılık gelen hayvanlar görmekteyiz. radikal bir değişimle, devrimle başlayan olumlu enerjinin, gücün, umudun, sonraları bu devrimin gerçekleştiricilerinin köleleştirilmesine yol açtığını, ezilenin ezikliğini koruyacağını, aksinin ütopik bir düşünce olduğunu anlarız. daha doğrusu bu daha çok yazarın fikri, karamsarlığıdır. buna yol açan ise, devrimin mirasçılarının beyin takımını oluşturan kısmının insan doğasına, tutkularına, bencilliğine yenilip liderlik statüsüne kavuştuklarında saçmalamalarıdır. ana kötü karakter diyebileceğimiz napoleon'u ve onun yardımcı takımını yaratırken yazarın göz önüne aldığı lider stalin ve çevresindeki asalaklar, medya ya da başka örgütlenmelerdir. güç ve iktidarı ele geçirenlerin, aşama aşama -ki burası önemlidir, halka kavramları ve olayları unuttururken bellek yanıltması, olayları çarpıtma düzeyi ve şiddet dozunun ayarlanması hayatidir- halka kavramları ve ideolojinin getirilerini unutturmaları, onlardan çıkar sağlamaktan başka amaçlarının olmaması ve onları kullan-at konumuna layık görmeleri kitapta çok iyi işlenmiştir. tüm göndermeler ve ayrıntılar için, şiddetle, eserin okunması ve kitabın yazıldığı dönemin arkaplanının araştırılması önerilir.

command and conquer red alert 3

arayüzünü gördüğüm an "hass.." tepkisi verip kıllandığım, "eheh oyunun grafikler böyle değildir tabi" düsturuyla * sovyetleri seçip daldığım ve hayalkırıklığına uğradığım oyun. cicili bicili, gudik anime tarzı grafikler, umulanın çok altında atmosfer, oyuna sinmiş bir, ne bileyim, bir yabancılık, olmamış hissi...hakkını da vermek gerek yalnız, bayağı oynatıyor kendini, yani uğraşırken zevk alıyorsunuz yine de. süper silahlar olayı -sovyetler için konuşuyorum- ilginç ve eğlendirici. tuhaf grafiklere de alışılıyor. şahsen ben tiberium wars benzeri şık grafikler ve atmosfer bekliyordum, ve bu özelliklerin taparcasına oynadığım red alert 2'nin devam oyununda var olacağına inanmıştım...şık bir şey beklerken yavşak bir şey geldi ama, dediğim gibi, oynanamaz da değil. özetlersek, seriye yakışmayan, şikayetçi olmasam da çok açık bir şekilde abartılı erotizm içeren, vasat bir oyun.

yalnız şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: "tombiş" apocalypse mi olur lan?! her şeyi yapın da, o ünitenin saygınlığını almayın elinden! hava savunması olmayan*, kendini savunamayan apocalypse mi olur?

convergence

james murphy'nin solo albümlerinden biri.

death

başka hiç bir death metal grubunun benzeyemediği, lakin diğer tüm death metal gruplarının birbirine benzediğinin ispatı ilahi grup. başka grup dinletmeyen "illet".

terror zone

introsu ve davul partisyonlarıyla enfes şarkı.

hıristiyan olmakla müslüman arasındaki fark

var olup olmadıkları sorgulanabilir olan 2 inanç sisteminden birini seçmiş olmak ya da herhangi birinin toplumca kabul gördüğü bir çevrede doğmak. ortak noktaları derseniz, kendi dininin en iyisi olduğuna, en saf, en değişmemiş olduğuna inanma eğilimi diyebiliriz.

yaran gazete manşetleri

(bkz: başbakan sertleşiyor) **

gs store un fenerium askilarini kullanmasi

(bkz: allah baska dert vermesin)

incil in degismemis olmasi

kuranın ilk "indiği" haliyle mevcudiyetini sürdürdüğü iddiasıyla aynı olasılıktadır.

özürlü doğacak çocuğunu aldıran anne

kürtaj karşıtı amerikan denyolarıyla paralel düşünenlerin hakaret ettiği kadın. bahsedildiği gibi, kadının kendi bedenini ilgilendiren konular üzerinde karar verme hakkı vardır. tartışılabilir konular olan etik veya ahlak, annenin vicdanı bağlamında değerlendirilmelidir, allah'ın verdiği can alınır mıymış tarzı saçmalıklarla değil. allah falan vermiyor canı, insanların "korunup korunmadığı" belirleyici oluyor mevzuda. hayatıyla ilgili herhangi bir kararı diyanet fetvalarıyla verenlere de aşina değilim. ayrıca, doğmamış çocuğun varlık-yokluk kavramları hakkında edecek kelamı ve farkındalığı yok, ki bizler de varolmayı ya da baştan hiç varolmamayı seçmedik. farkındalık önemli, zira fetüsü bir insan olarak kabul etmek, ne derece doğru bilemem. o zaman, -tabir için af dilerim- "attırdığınızda" yok ettiğiniz, doğup insan olabilme, farkında olabilme olasılığını ortadan kaldırdığınız potansiyel çocuklara da üzülün. doğmamış fetüsler üzerine felsefi yorumlar yapmak, yargıda bulunmak kolay tabi. ama annelerin böyle bir durumda karar vermeleri, ya da onların bedenleri üzerine dinsel kaynaklı ottan b.ktan sebeplerle yasaklar getirenlerle uğraşmaları zor. en iyisi, biz farkında olanların duruma hiç karışmaması, yargıda bulunmaması.

evlenme yasinin 9 a cekilmesi

(bkz: the frayed ends of sanity)